Dindarlık ve Sekülerliğin Cinsiyetlendirilmesi Sorunsalı
Özet
Tarih boyunca kadınlığın ve erkekliğin toplumsal olarak inşa edilişi farklı olmuştur. Kadın “duygusal, pasif, hareketsiz vs.” olmak ile özdeşleştirilmişken erkek “mantıksal, aktif, hareketli vs.” olmak ile özdeşleştirilmiştir. Bu iki farklı özdeşleşmeden birinci taraf dindarlık alanına ikinci taraf ise sekülerlik alanına denk gelmektedir. Dolayısıyla dinî, ahlaki ve kültürel faktörler, erkekliğin inşasına nazaran kadınlığın inşasında daha fazla olmuştur. Hal böyle olunca kadınların “duygusal” dolayısıyla da daha “dindar” olduğuna veya olabileceğine dair varsayımlar üretilirken erkeğin akılsal dolayısıyla daha “seküler” olduğuna veya olabileceğine dair varsayımlar üretilmiştir. Bu bağlamda literatürde “kadın dindarlığı” söylemi hâkim olmuşken “kadın sekülerleşmesi” söylemi zayıf kalmıştır. O kadar ki modernleşme ve sekülerleşme daha çok kadın ve bedeni üzerinden tartışılmasına rağmen “kadın dindarlığı (kadınlar erkeklerden daha dindardır)” söylemi hâkimdir. Sekülerleşme araştırmaları ve tartışmaları çoğunlukla toplumsal cinsiyete dair analizler yapmaksızın çeşitli değişkenler üzerinden elde edilen bulgularla toplumun dindarlık ve sekülerlik yönünü betimler. Fakat yine de sekülerleşme ve toplumsal cinsiyet ilişkisine dair eldeki doğrudan ve dolaylı incelemelerden öyle anlaşılmaktadır ki sekülerleşme ve toplumsal cinsiyet ilişkisinin tartışma biçimleri iki kategoride değerlendirilebilir. Birincisi, “modernleşme ve sekülerleşme odaklı toplumsal cinsiyet” tartışmaları, ikincisi ise “toplumsal cinsiyet odaklı modernleşme ve sekülerleşme” tartışmaları şeklinde ifade edilebilir. Modernleşme ve sekülerleşme odaklı tartışmalarda kadınların veya erkeklerin nasıl konumlan(dırıl)dığı çoğunlukla söz konusu edilmezken amaç, dinle yoğrulmuş geleneksel toplumsal cinsiyet anlayışının zayıflayıp zayıflamadığını ve ikili cinsiyetle uyumlu heteronormatif cinsellik düzeni dışındaki görünümlerin artıp artmadığını söz konusu etmek olmuştur. Toplumsal cinsiyet odağından da modernleşme, sekülerleşme ve din kavramlarına bakmanın önemli olacağı düşünülmektedir. Bu çerçevede, toplumsal cinsiyet odağından modernleşme ve sekülerleşme tartışmalarına bakıldığında daha çok Türk modernleşmesinin kadınlar ve erkekler adına tezahürleri irdelendiği görülür. Bu çalışmada eleştirel toplumsal cinsiyet araştırmacılığı perspektifinden bakılmak suretiyle dindarlık ve sekülerlik alanlarının doğal bir gerçeklikten ziyade toplumsal olarak cinsiyetlendirildiği iddia edilmekte ve iddianın temellendirilmesi yapılmaya çalışılmaktadır. Çalışmaya göre dindarlık ve sekülerliğin kadın ve erkek cinsiyetiyle farklı ilişkilenmesinde ataerki kavramı önemli bir rol oynamaktadır. Dindarlığı dişil/kadınsı sekülerliği eril/erkeksi olarak kodlamak, ataerkil bakıştan kaynaklanmaktadır. Bu da modernleşme ve sekülerleşme teorilerinin toplumsal cinsiyet açısından yeniden gözden geçirilmesini gerekli kılmaktadır. Dindarlık ve sekülerlik alanlarının bu şekilde cinsiyetlendirilmesi bir tür cinsiyet ayrımcılığının meşrulaşmasında önemli bir faktör olmaktadır. Bugün “sekülerleşen din dili” genellikle erkekler lehine sekülerleşmekte, kadınlar söz konusu olduğunda “ataerkil ve geleneksel din dili” çoğunlukla devam ettirilmek istenmektedir. Bu da sekülerleşme teorilerinin cinsiyetçi yönünün olup olmadığı noktasında tekrar tekrar düşünülmesini gerektirmektedir. Elbette kadın modernleşmesi ve sekülerleşmesi ya da erkek modernleşmesi ve sekülerleşmesi arasındaki benzerlikler, farklılıklar araştırılarak tespit edilmeye devam edilebilir. Ancak bu, bugüne kadar ki “cinsiyet, dindarlık ve sekülerlik” düzlemindeki tespitlerde ataerkil cinsiyetçi yönlerin olup olmadığını irdelemeyi ihmal etmemeyi zorunlu kılmaktadır. Geleneksel tarihsel çizgide dini yorumlayanlar, genellikle dini tekelinde tutan ataerkil düşünceye sahip erkekler olduğu için din veya dindarlık kadın için adeta bir fren mekanizması olarak kullanılırken erkek açısından genellikle buna benzer bir görev görmediği gibi kimi zaman sekülerleşme süreçlerinde bir “baston” olarak bile kullanıldığı söylenebilir. Fakat bugün artık “eğitimli, mücadeleci, yaşama sevinci yüksek dindar kadınlar” bunları eleştirmekte, kendi aleyhine çalışan mekanizmayı ifşa etmekte, çarpıklıkları irdeleyerek taşları yerine oturtmaktadır. Dolayısıyla erkekleri “doğal seküler”, kadınları “doğal dindar” olarak kabul etme önyargısından sıyrılmak suretiyle dindarlık ve sekülerlik kavramlarının erkekler ve kadınlar açısından tekrar tekrar irdelenmeye devam edilmesi gerekmektedir.
Sayı
21Bağlantı
https://doi.org/10.18498/amailad.1348100https://search.trdizin.gov.tr/tr/yayin/detay/1220791
https://hdl.handle.net/20.500.12450/4220