Yusufefendizâde ve Vahdet-i Vücûd Risalesi
Özet
Yusufefendizâde Abdullah Hilmi; Osmanlı döneminde yaşamış, ilmi birikimiyle öne çıkan bir alimdir. Özellikle İslâmî ilimlerde; kıraat, tefsir ve hadis alanlarında övgüye mazhar bir âlim olarak tanınan Yusufefendizâde, aynı zamanda tasavvufî deneyim ve bilgisiyle dikkat çeken bir şahsiyettir. Aynı zamanda o, “Hilmî” mahlasıyla şiirler yazmış ve Halvetî tarikatından Şeyh İlyâs Sakîzî’den (öl. 1118/1706-7) seyrü sülûkünü tamamlayarak icazet almıştır. Onun tasavvuf hakkında Vahdet Meselesi başlıklı risalesi ve Niyâzi-î Mısrî (öl. 1105/1694) ile yazışmaları dışında konuyla ilgili bir yazısı bulunmamaktadır. Nitekim yazışmaların içeriği hakkında bilgi ya da mektubun kendisine rastlanılmamıştır. Bu yönüyle Vahdet Meselesi risalesi onun tasavvufa bakış açısını sunan tek eseri olmasıyla önem arz etmektedir. Bahse konu olan risale, vahdet-i vücûd konusundaki düşüncelerini içermekte aynı zamanda Osmanlı’da tasavvufa yönelik eleştirilere yanıt niteliği taşımaktadır. Yusufefendizâde’nin hayatı incelediğinde, dönemin etkili olaylarından biri olan Kadızâde-Sivâsî çatışmalarının ona tesiri gözlemlenebilmektedir. Bu olaylar, Osmanlı’da tasavvufun yaygın bir eleştiri konusu olduğundan dolayı gündemi etkileyen meselelerden biri olmuştur. Bazı çevrelerde tasavvufun bidat ve sapkınlık olarak değerlendirilmesi medrese ve tekke çevrelerinde ciddi çatışmalara yol açmıştır. Bu dönemde, tasavvufla medrese arasındaki keskin ayrımları uzlaştırmaya çalışan Yusufefendizâde gibi âlimler, ilmi müktesebatları sayesinde iki kesim arasında köprü görevi üstlenmiştir. Bilhassa medrese geçmişine rağmen Yusufefendizâde’nin vahdet-i vücûd gibi tartışmalı bir tasavvufî görüşü desteklemesi, onu Osmanlı’daki medrese ulemâsı arasında özel bir konuma yerleştirmektedir. Yusufefendizâde, risâlesinde vahdet-i vücûd anlayışını geniş kitlelerin kolayca kavrayamayacağına, bu bilginin sadece \"hakikat ehli\" olarak bilinen, manevi olgunlaşmayı tamamlamış kişilerce anlaşılabileceğine dikkat çekmektedir. Onun bu düşüncesi, Kıraat ilmî geleneğinde fem-i muhsin (doğru aktaran kimse) kişilerden doğrudan ders almanın önemine olduğu gibi hem ehlinden alınması hem de gözetim altında uygulanması gerektiğine dair de vurgu ihtiva etmektedir. Böylece tasavvufî bilgilerin hâlin yaşanması suretiyle doğru bir şekilde aktarılmasının gerekliliğini vurgulamıştır. Bu nedenle vahdet-i vücûdun doğrudan tahkik ehli tarafından anlaşılması gerektiğini vurgulamış, yanlış anlaşılmanın ise bilgi eksikliğinden kaynaklandığını belirtmiştir. Yusufefendizâde’nin vahdet-i vücûda dair görüşlerini ortaya koyarken Niyâzî-i Mısrî’den alıntı yapması, onunla olan yazışmaları, düşüncelerinin şekillenmesinde Niyâzî-i Mısrî’nin etkisini göstermektedir. Niyâzî-i Mısrî, zikir ve sema mukabelesinin yasaklanmasına karşı çıkmış ve bu görüşlerinden ötürü yönetim tarafından sürgüne gönderilmiştir. Yusufefendizâde’nin bu risalede Niyâzî-i Mısrî’den iktibasla konuyu delillendirmesi, onun tasavvufa olan yakınlığını ve yaşadığı dönemin tasavvuf ehline yönelik eleştirilere karşı duruşunu açıkça göstermektedir. Bu durum, Yusufefendizâde’nin inançları uğruna tavizsiz bir tutum sergilediğini kısa bir risaleyle de olsa yansıtmaktadır. Bu yönüyle Niyâzî-i Mısrî’nin “Her neye baḳsa gözüñ, bil sırr ı Sübḥān ʾandadır.” beyti, vahdet-i vücûd anlayışının metafizik temellerini ortaya koyan önemli bir ifade olarak risalede yer bulmaktadır. Yusufefendizâde'nin risalesindeki vahdet-i vücûd kavramı, Allah'ın “mutlak” varlık olduğu ve tüm evrenin O'nun tecellilerinden ibaret “mukayyed” varlık düşüncesini tarif etmektedir. Bu yönüyle o, evrende görülen tüm varlıkların aslında Allah’ın birer yansıması ve mevcudatı şeklinde tanımlamaktadır. Bu yansımalar, mutlak varlık olan Allah’ın zatını değil, yalnızca tecellileri ile olan bir durumu ihtiva etmektedir. Bu nedenle Yusufefendizâde, Allah’ın tüm noksanlıklardan ve yaratılmışlara ait sınırlamalardan münezzeh olduğunu da belirtmektedir. Yusufefendizâde'ye göre Allah'ın mutlak varlığını kavramak ve varlıkların fânî doğasını idrak etmek, yalnızca muhakkiklerin ulaşabileceği bir hakikattir. Vahdet-i vücûdun anlamını kavramanın zorluğu, bu konuda yanlış anlaşılmaların da önünü açmıştır. Ona göre bu konudaki yanlış anlamaların en büyük nedeni, bu hâlin/nazariyenin sadece yüzeysel bilgiyle anlaşılmaya çalışılmasından kaynaklanmaktadır. Diğer yandan Yusufefendizâde, risalesinde Allah ve mahlukatın arasındaki ilişkiyi açıklamak için “ayna ve gölge” metaforlarını kullanmaktadır. Allah ve yaratılmışlar arasında bir ittihad ya da hulûl ilişkisinin bulunmadığını vurgulamaktadır. Yusufefendizâde’nin tasavvufa dair muayyen risale dışında başka yazısının bulunmaması, onun tasavvufa bakış açısı ve tasavvuf hakkındaki görüşlerinin de anılmasını sınırlamıştır. Bu vesileyle bu çalışmada onun kısaca hayatına, bir medreseli olarak tasavvuf ile ilişkisine, Kadızâde-Sivâsî olaylarının dönemine yansıyan sonuçlarına, yazdığı risalenin incelenmesine ve nüsha tanıtımına yer verilmektedir.
Sayı
23Bağlantı
https://doi.org/10.18498/amailad.1549210https://search.trdizin.gov.tr/tr/yayin/detay/1283650
https://hdl.handle.net/20.500.12450/4216